Dünya kadınlar Günü dün etkinliklerle kutlandı… Yine bu anlamlı günde birçok konu gündeme getirildi. Ama bu konuların içinde en önemlisi artık çok fazla görmeye başladığımız kadına şiddettir... Bu konuda yıllar önce şehrimizin deneyimli Psikiyatr Dr. İlhan Ergörün ile uzun bir söyleşi yapmıştım. Bugün önemine binaen bir bölümünü yine aktarmak istedim…
Çünkü artık haberleri izleyemez duruma geldik. Her gün haberlerde aile içi şiddet, kadınlara dayak ve öldürmeler, çocuklara dayak atmalar ve istismarlar artarak yer almaya başladı. Yaşananlara yürekler dayanacak gibi değil. Eskiden de bu kadar var mıydı bilmiyorum ama son zamanlarda çok fazla görülmeye başlandı. Kadınlara yapmadıklarını bırakmayan gözü dönmüş erkekler, sonunda ellerini kana bulayarak cinayet işliyorlar. Bunları hangi ruh haliyle yaptıkları doğrusu en çok irdelenmesi gereken bir husus. Çünkü insan karısını, nişanlısını veya sevgilisini nasıl öldürür anlaşılır gibi değil. Öldürmeyenler de en feci şekilde dayak atıyorlar. O dayak attığın kadınla daha sonra nasıl yüz yüze geliyorsun be vahşi adam!!! Anlaşılır gibi değil.
Bu şiddet konusu böyle, bir de kadınlara her türlü tacizde bulunanlar var ki, onların da aynen ruh hallerinin incelenmesi ve de buna göre tedbirlerin alınması gerekir diye düşünüyorum. Artık izlediklerimiz ve de okuduklarımız öylesine kötü bir hal aldı ki, insanlar kızlarını, eşlerini kız kardeşlerini neredeyse sokağa çıkarmaya korkacak. Bu anlamda herkesin daha dikkatli davranmaya çalışması gerekir. Bu yönde bir saldırının ne zaman nereden geleceğini hiç kimse kestiremez. Herkes diken üstünde tereddüt içerisinde.
Peki, bizlerin ne yapması gerekiyor? Yani nasıl baş edilir? İşte burada İlhan Ergörün’e dikkat kesilelim istiyorum. Bakın çözüme dair çok kısa ama nokta atışı olarak ne diyor:
“Toplumsal dokunun ilk yapı taşı olan aile içinde güvene dayalı eşit ilişkiler, olumluyu güçlendiren anne baba tutumları çözümün ilk adımıdır. Bu ilişkiler ağında kendini değerli ve önemli hisseden birey en az kendisi kadar başkasının da saygıyı hak ettiğini bilir. Olumlu aile ilişkileriyle güçlenmiş birey, sorunlar karşısında yılgınlığa düşmez ve elinden geleni yapar. Oysa aşırı kırılgan ve korkuyla büyümüş insanlarda, zorluklar karşısında kaçınma davranışı ve hemen bir uyuşturulma(anestezi) isteği vardır. Ancak bilinmelidir ki bazı sorunlarda güçlükler, zorluklar ve acı bizleri daha da güçlendirebilir. Her yağmurda şemsiye açılmamalıdır, arada ıslanmak daha güçlü olmamızı sağlayabilir. Yine gelişmiş bireylerde iletişim dili anlamaya ve dinlemeye dönüktür. Korku ve öfke sarmalındaki kişi ise haklı çıkmak için sesini yükseltir ve asla dinlemez. Bu konuda Mevlana’nın güzel bir sözü vardır; ‘Çiçek yağmurla beslenir, gök gürültüsü ile değil.’ Sonuç olarak, gelişen ve değişen toplumlarda çatışma ve travmalar olacaktır. Ancak çözüm toplumsal barıştır. Toplumsal barışın kaynağı ise içinde bulunduğumuz kültürel mirastır. Bu miras bize şunu söylemektedir; insan, insanın kurdu değil, yurdudur.”
Bizler de böylesi günlerde söylenenlerin en kısa süre içinde gerçekleşmesini ve de bu meselenin bir an önce halledilmesini ümit ediyoruz. Şu anda en öncelikli konulardan birisi bu ve işin aciliyeti de çok fazla. Allah hiç kimseyi böylesi insanlarla karşılaştırmasın.